30 Nisan 2010 Cuma

BÖYLE YAŞANIRMIŞ HEP AYRILIKLAR......





Biz ne güzel bir aileyiz…. Ayrılıklarımız,, kendi payımıza düşen yalnızlıklarımız, yokluklarımız olsa da, kötüsünü birbirimize hissettirmeyen, her hangi bir durumda hemen kenetlenen, saygı, sevgi dolu…. Bir daha, bir daha gurur duyuyorum,,, mutluluk ve şükran gözyaşları akıtıyorum,, şanslı olduğum için kendimi ayrıcalıklı ve ödüllü hissediyorum.

Çocuklarımızın ne zaman temsilleri, seyahatleri, toplantıları olsa hep beraber hala büyükbaba, dede, baba, anne toplanan….ilişki ve bağlarını hiç koparmamış, nadide bir aile olarak görüyor ve yaşıyorum.

Canım kızım Tuana bugün okul gezisiyle Almanya’ya gitti 7 günlüğüne. Bu bizim ilk ayrılığımız. Benim zaman zaman 3-4 günlük seyahatlerim olmuştu hep. Biliyordum evdelerdi ya da hala veya anneannelerinde….. ama bu ilk göz ağrımın, bizim evden gidişi. Yılların ne kadar çabuk geçtiğini, ve daha da çabuk geçeceğini, bir gün gittiğinde, yatağında artık çok nadir yatacağını düşünmek …….. onun büyüyüverdiğini idrak etmek….boğazımı düğümlendirdi. Biliyorum arkadaş grubuyla çok eğlenecek, bir sürü anıyla dönecek ama…. Ama işte… ilkler hep böyle buruk demek. şimdi bilmediği bir evde, bilmediği insanlarla, bilmediği bir yatakta 6 gece geçirecek benim kara kuzucuğum...öööffff,,,

İç sesim rahat durmadı bugün. Daha nelere alışacağıma dair....katı durmaya çalışıyorum ve neşeli. Canım eve girmek istemiyor bu akşam… sanki 7 gün geçmeyecek gibi. Ne sersem bir duygu. 2 sene sonra üniversiteye gittiğinde ne yapacağım ben??? Biz 3 ümüz büyüdük. Hatta ben en küçükleriyim. Beni bırakırlarsa yaramazlık yapabilirim)))))). Onlar beni dizginliyor, kök saldırıyor. Hayatımın doğruları…. Evimin neşeleri,,, biricik arkadaşlarım…

Hani utanmasam ne üniversiteye yollayacağım, ne de evlendireceğim onları))) çok bencilce di mi???? Peki tamam madem. ALIŞACAĞIM…bunlar mutlu yokluklar..!! göz göre göre nelere alışmadık, sineye çekmedik ki????

Aahhhh harikacım,,,,, hem yolun uzun, hem işin zor…!!! Kolay gelsin bana…

Sevgiyle kalın…

29 Nisan 2010 Perşembe

suçlu sıçancıklar...!!







Suç işlemek… ne kötü bir kavram…!!! Ne altından kalkılmaz bir duygu olsa gerek. Kontrolsüz bir beynin bedelleri. Herkesi Allah yaratıyor da neden eksik yaratıyor bilinmez. Ya da kişiler neden eksikliklerini tespit edip, gidermezler, gelişmezler, ışıl ışıl durmazlar hayatta??

Suç işleme potansiyeli genetik midir acaba? Ya da çocukluk, eziklik yine devreye giriyor mu? Zor bir seçim aslından bir insan için. Ama sanırım yapılırken pek seçim olmuyor. Gerçi planlı olanları da var. Planlayarak yapmanın cezası daha ağır oluyor. Ceza deyince ne rahatlatıcı bir duygu cezasını bulmak….. kötüler ceza ile iyileşmiyorlar ki..!!!! zavallı onlar… hayatın namümkünleri..yaratılmışlar işte o kadar. Hep diyorum ya yer kaplıyorlar hayatta. Diğer insanların oksijenlerini emiyorlar. Faydalı birey olmayı reddediyorlar, anlamıyorlar. Sevgisizler, sevgisiz büyümüşler ne sevmeyi ne sevilmeyi tadabilmişler…

Bir insan kötü düşünerekte suç işler..!!! suç illaki cezai hüküm gerektirmez. İnsanın kendi kendine işlediği suçlar vardır. Belki kendinden başka kimse de bilmez. Aileden gizli sigara içmek gibi mesela en basit suça, suç sayılana başlangıç..!! iyi bir şey olmadığından kabahatli davranışlara giriyor. Ve yalan atmaya ve inkar etmeye yönelir insanlar. Alışkanlığa mı dönüşüyor nedir çoğu kez????

Ah bu çocukluk dönemi….!!!!!!! Çocuğun karakteri 7 yaşına kadar otururmuş. Ama bizde evlilikler sağlıklı yapılmıyor ki çocuk sağlıklı olsun. Sonra o çocuk gidiyor başkalarının canını yakıyor. Düşünme mekanizmaları gelişmiyor. Sebeplendirip iyi hal olarak sonuçlandıramıyorlar. Ve aramızda dolaşıyorlar. Ne kötü…!!!! Darmadağınık bir hayatta, darmadağınık, suç işleme potansiyeli olan başka kişiler edinip gruplaşıyorlar. Büyüyorlar yaşça. Yaşadıkları süreçte hep içinde hata olan davranışları yapıyorlar. Ya arkadaşının karısına göz koyup adileşiyorlar, ya düzgün bir kardeşleri varsa onun çevresine girmeye çalışıp daha üstün gözükme planları yapıyorlar, ya iş arkadaşlarının kuyusunu kazma, onu küçük düşürme , ayağını kaydırma güdülerini güçlendiriyorlar. Düşünce suçu işliyorlar anlayacağınız. Dengesiz ve uyumsuz bir birey olarak huzur kaçırıyorlar. Sinek ufaksa da mide bulandırıyor. Bir de düşünsenize bu kişiler yakın çevrenizdeyse üzüntü duyuyorsunuz onlar için. İyi dilekleriniz ve yapıcı tutumunuz kar etmiyor. Kalbi katılaşmış, kafa tası kalınlaşmış çünkü. Uzatıp elinizi ona yardımcı olmak o kadar zor ki!!! doktorluk vaka. Ama sevgiyle beslenmedikçe de çözümsüz vaka bence. Diyorum ya acımaktan başka yapılacak bir şey yok suçlulara. Bir insan da nasıl utanma duygusu olmaz acaba?? Hani deriz ya yüzünü eşek derisi kaplamış diye!! Alışmış herhalde ailede aşağılanmaya normal geliyor onlara… sıra dışı hareketlerde bulununca dikkat çektiğini mi sanıyorlar acaba?

Evdekileri düşünmeden bütün yemeği gizlice bitirenler,para saklayanlar,okuldan kaçan çocuklar, karılarını dövenler, ödeyemeyeceklerini bildikleri halde arkadaşlarını kefil yapanlar,kişiyi sevmediği halde beleşten bir evde kalanlar, gizli gizli karşı komşuyu dikizleyenler, kapı dinleyip dedikodu yapanlar, aldıkları bir şeyin parasını da söyleyip, kullanmaktan ziyade göstermekten zevk alanlar….say say bitmez suçlu haller. Hani muhtaçlıktan ekmek çalan ceza yatıyor bunlar elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor.

Tek başına suç işleyenler ,kendilerine yapıyorlar. Mesela doktorun yemeği yasak ettiği bir şeyi yemek istiyor bir hasta. O kendine iyi etmiyor. Zararı kendisine işlediği suçun. Ama göz göre göre başkasını incitmek, birinin acısından beslenmek pek insanca görünmüyor. Birini güldürmekten haz almaktansa, ağlatıp zevk almak nasıl bir egodur ki? kendi kendilerine kaldıklarında ne düşünüyorlardır acaba bu insancıklar? Nasıl bir psikolojileri vardır ki?
Kaşına kaşına sırıtıyorlar mıdır acaba oh ne iyi ettim yaşasın diye? Yoksa bir taraflarında insanlık var mıdır? Pişmanlık, utanç, üzüntü gibi duyguları yaşıyorlar mıdır? Yaşasalar kötü kalmazlardı ki öyle değil mi? Ben varım demeye öyle geç başlamışlar ki, sonradan görmeler gibi azıtıyorlar işte. Varlılarını , dikkat çekmek, şiddet kullanarak delikanlılık yapmak, bilgiçlik taslamak gibi ispat etmeye çalışıyorlar.

Bu yeryüzü zararlılarına ne yapmak lazım??? Bir fikri olan var mıdır? Öbür dünya ile avunarak ömür tüketeceğiz anlaşılan arkadaşlar..!!!!

İyilik okulları mı açsak? İyi düşünebilme ve kalbini de katabilme terapileri mi düzenlesek? Bir tılsım mı yapsak? Vicdan mı eksek? Bir hap mı icat etsek bilemedim ben. Bildiğim tek şey bu kötüleri başkasından dinlerken de, bizzat yaşarken de acı çektiğimdir. Üzüldüğüm halde elimden bir şeyin gelmediğidir. Yapıcı tarafımı yapamayıcı olarak görüp çaresiz kaldığımdır.Bu kötüleri kırmızıya boyamak lazım ki, bilmeyenler zarar görmesin, yara almasın, uzak dursun..!

Suçlu, mutlu…suçsuz, mutsuz yaşıyoruz işte…………..

Sevgiyle iyi kalın..

24 Nisan 2010 Cumartesi

BİZİM ESNAFIN HALLERİ..!




Zordur küçük şehirlerde esnaf olmak….dükkanının yeriyle, malıyla, aile ilişkileriyle, insan ilişkileriyle, yenilikleriyle, trendi yakalamasıyla, peşin parayla çalışamamasıyla yani veresiyeleriyle.nüfus az olunca sirkülasyon da olmaz. Sürümden de kazanamazsın. Malının modası geçer, iade edemezsin. Çünkü toptancından zaten tane tane almışsındır. Bayi anlayışı beyaz eşya veya tencere tavadan ibarettir. İndirim ve kampanyaları düzenli olmaz. Dolayısıyla insanlar büyük şehirlere gittiklerinde yaparlar alışverişlerini daha karlı olsun diye…!!

Biri mekan açmıştır ama o mekana gidilmez. Adamı sevmez kimse. Ağzıyla kuş tutsa yaranamaz. Oysa iyi yatırım yapmıştır, Mekanı şıktır, hizmet kalitesi vardır. Yenilikçidir. İşte küçük şehirde iş yapmanın ilk zorluğu… büyük şehirde mağazanın kimin olduğunu bilmezsiniz bile ve sizi ilgilendirmez sahibinin kim olduğu. Belki sizin şehrinizde ki o adamdan daha ahlaksızdır öteki. Madem bu kadar önem veriyorsunuz kişilere hepsini araştırın. Oradaki sizi ilgilendirmiyorsa bırakın bu şehirdeki de hizmet getirmiş, faydalanın, keyfini çıkarın. Sonra Çanakkale’de hiç bir şey yok deyip hayıflanıyoruz. O hırsız, bu düzenbaz, bu sahtekar, bu hovarda, bu kumarbaz, bu adi, bu şerefsiz diye diye hizmet alamaz olduk.

Bakın çarşının haline. Tek düze her şey. Harcıalem çoğu mal. Kasaba çarşısı gibi. Allahtan belediye dükkanların cephelerini düzeltide, dışarıdan eskisi kadar kötü gözükmüyor. Ama bu bir işe yaradı mı hayır. Yine hepimiz sebze, meyva, et hariç kılık kıyafetimizi, ev aksesuarımızı, koltuk, kanepemizi,ayakkabı, çantamızı başka şehirden alıyoruz. Bir de aynısından başka kimsede olmasın psikolojisini yaşayan çok insan var. Değişik olacak, tek onda olacak. Esnaf ne yapsın??? Çeşit getirse elinde patlıyor.Raflarda tozlanıyor çoğu mal..Zaten keyfine alışveriş eden kaç insan var ki bu hayat şartlarında???

Bir de tembeldir bizim esnafımız.Sabah 10.00 da ancak açılır mağazalar.Çay kahve sohbetleriyle. Belki bir vileda yapılır alelacele. Müşteriye ayağa bile kalkılmaz. Bakar bakar insanlar birkaç fiyat sorar gider. Müşteri nabzı bile tutulmaz. Saat18.00 oldu mu rakı sofrası hazırdır bile.:)))) ara ki bulasın dükkanda. Hele o gün toptancı falan gelecek, ödeme yapacaksa hiç durmaz dükkanda))))

Sonra da diyoruz ki dışarıdan gelenler adam oluyor bu şehirde diye. Olur tabi. Adamın ticaret kültürü bizim gibi değil ki. yatırımcı, müteşebbis, çalışkan.. kurtlanmaya gerek yok, örnek almak lazım. Hırs da yok işte demek. Allah ne verdiyse o günlük rızık o yeniyor.

Birde tanıdık olmak psikolojisi vardır. İlla sahibini görecek. İnanmış ona. Ne kötü aldatılma psikolojisiyle büyütülmüşüz. Herkes kandıracak bizi. O yüzden tanıdıktan almalı. Eskiden daha çoktu fiyat ve kalite kargaşası. Şimdilerde pek yok. Kazıklanma korkusu. Şöyle bir uyum ve inanç içinde değiliz. Herkes korkuyor birbirinden, kim kime ne zaman kötülük yapacak diye. Kötü bir durum bu geldiğimiz haller….tanıdık olmanın dejavantajıda parayı vermeden tüymek… elinle ver ayağınla almaya git. Sermayeyi kediye yükle. Veresiyeleri toplayamamaktan dükkan kiranı ödeyeme. Bu yüzden malından, parandan olduğun kadar arkadaşından da ol…sözünde durmayan insanlar sinsilesi.

Bir avuçluk memlekette başaramıyoruz ya ona yanıyorum. Bizde birlik beraberlik mi yok? Hasislik mi çok? Tutmuyor kimse birbirini. Kalkınsın istemiyor,çekemiyor. Esnaf giyim mağazalarından ibaret. Sıra sıra yan yana, dipdibe aynı mal. Çarşıda kuyumcu, giyimci, ayakkabıcı enflasyonu. Demircioğlu caddesinde de eczane. Benim evin yolu kuaför kaynıyor. Dağılım da da bir tuhaflık var.

Herhalde en çok iş yapanlar barlar ve lokantalar. Oh vallahi çekiyor millet kafayı))))) şehrimin keyfine düşkün güzel insanları)) sohbeti de meze yapıyor kendine, değmeyin keyfine….

Keyfimiz hiç bitmesin,dostca ve sevgiyle kalın..!!!

20 Nisan 2010 Salı

BOĞAZDA BOĞAZ RESTAURANT KEYFİ......








boğaz restaurant keyfi...!!! denize sıfır, önü kumsal, hele havalar ısındığında iskelesinde püfür püfür yiyiyorsunuz yemeğinizi. servis deseniz mükemmel. 2. kadeh rakınızı aynı bardakta içemezsiniz. 2. sigaranızı aynı küllüğe söndüremezsiniz. gerçi ben sevmem zırt pırt değişsin istemem ne bardağım ne küllüğüm:))) bana da bazen yaranılmıyor işte..!!öyle iyi tanımışlar ki müşterilerini kimin rakısına kaç buz attığını biliyorlar. karşılamaları da uğurlamaları da mükemmel. hesap derseniz ona keza... daha orada hiç kazıklanmadım:))))

sahibi mehmet ilk kemal ile devir aldığında çok sevinmiştim. kemal sonra ayrıldı, mehmet devam ediyor. her misafirimi oraya götürürüm. mekanı daha hiç boş ve kalitesiz müşteriyle görmedim. haftanın belli günleri müzik yapıyorlar.hep aileler ve aklı başında insanlar geliyor. hele maç olduğu akşamlar tıklım tepiş. yer bulmak imkansızlaşıyor.meze çeşiti deseniz bol. et ve balıkta öyle. zaten mekanın yeri çok güzel. gerçi çanakkale'nin avantajı bu. denizi görmeyen bir mekan yok ki..!!!

yazları beach olarak çalıştırıyorlar. denizinize girebiliyorsunuz. sahilde yürüyüş yapabiliyorsunuz. iskelenin keyfini çıkarabiliyorsunuz. çoluk çocuk yayılın kumlara. şehrin içinde denize girme imkanı size...rengarenk minderlerin üzerinde evcilik oynar gibi:)))))

oranın mal sahibi gülden abla eşi mehmet abi ile ilk işletmeye açtığında da çok keyifliydi. o sıralar ayağım alıştı benim o mekana. hergün oradaydık gece gündüz.
duygusal insanım işte mekanlara karşıda devam ediyor duygusallığım. cıvıl cıvıl görünce çok seviniyorum. istiyorum ki daha çok kazansınlar. dostlar kazansın..!!!

fener, beşiktaş maçı için hadi mi hadi diyerek gittim, gördüm, yazdım. bu pazar zaten aklımı çok sevdim. buna vesile olan mustafa abime de teşekkürler bu arada....

yeni kordona yolunuz düştüğünde muhakkak uğrayın BOĞAZ'a pişman olmayacak hatta bana dua edeceksiniz:)))

sevgiyle kalın...

18 Nisan 2010 Pazar

TAKILDIM GİDİYORUM, BAHTIMIN CAFESİNE……. TAKIL CAFE…!!!!








TAKILDIM GİDİYORUM, BAHTIMIN CAFESİNE……. TAKIL CAFE…!!!!

Bugün kalkar kalkmaz taktım pembe güneş gözlüklerimi, dünyayı toz pembe göreyim diye, geldim TAKIL CAFE’ye kahvaltıya..Ani kararlar verdiğimde hep doğru karar veriyorum.sahibi DOĞAN yeni başladı kahvaltı vermeye.İyi de etmiş. Ne ararsanız var. Envayi çeşit; gözleme, poğaça, yumurtalı ekmek,salçalı sosis,kızartma çeşitleri, DOĞAN’ın kendi el yapımı, tarifini sakladığı lezzetli mi lezzetli zeytinyağlı mezeleri, menemen, yumurtalı patates, sigara böreği,zeytin ve peynirin envayi çeşidi,salçası, balı, reçeli….. gözüm doydu her şeyden önce….lezzeti de yerinde olunca daha ne isterim.üstelik 8.50 lira. Kordon sefalı, en bol çeşitli, en lezzetli ve en UCUZ yer. Sohbeti, manzarası, gelen geçenle lak lak da cabası.

Akşamları gelirim ben TAKIL’a. Tam küçük bir bizbize meyhanesi gibidir.Biranın da en ucuzu burada 3 lira büyük bira…diğer alkollü içeceklerde var. Zaten mekanın müşterileri tanıdıklar olunca rakı müşterisi demek daha doğru olur.

Bu seneye bayağı özenmiş Doğan. Gün içinde Burak usta’nın nefis dönerini de bulabiliyorsunuz. Tavuk şiş, kokoreç, midye tava, balık ekmek, hamburger, cips, ayvalık tostu,gözleme, şinitzel…!!! Çeşite bakın hele… sabahtan, akşama kadar sizi çeşite ve hizmete boğan bir mekan. Çanakkale’nin kordonunda…,mis gibi hava, boğaz manzarası…TAKILIN TAKIL’a…..

Hazır buraya gelmişken ve bu kadar hoşlanmışken bloğa yazmadan edemedim. Kablosuz internet bağlantısı da olunca bir jestte ben yapayım istedim.

Bu mekanı bütün arkadaşlarıma şiddetle tavsiye ediyorum….sabah 06.30 da başlıyor kahvaltı servisi. Geceleri de sizin muhabbetinize bağlı kapanış vakti. Söyleyin bana insan daha ne ister??? Ben doğru adresteyim….sizi de beklerim))))))

İYİ PAZARLAR….SEVGİYLE KALIN..!!!

16 Nisan 2010 Cuma

sarımsaklasakda mı saklasak.. sarımsaklamasakda mı saklasak bu erkekleri:)))


ERKEK DEDİĞİN…!!

Daha demin Can Yücel’in ERKEK DEDİĞİN adlı şiirini okudum. Öyle muhteşem anlatmış ki kadınların beklentisini… tek tek detaylamış. Var mı böyle bir erkek , kadınlar arasında bir anket yapılmalı.. eğlenceli de olur. Erkekler ve kadınlar….. ama ülkem erkeğinin yetiştiriliş biçimi bu sanırım. Pardon yetiştirilemeyiş biçimi…Toplum içinde, iş dünyasında, evliliğinde, ilişkilerinde, hattaaa taaaa çocuk halinden incelersek ne kadar çeşitlilik ve kendini bulamamışlık var çoğunda..Cesaretten bahsedip, korkan, burnundan kıl aldırmayan köselere kadar bir sürü tipleme anlatabilirim size…..hırslarıyla, yalanlarıyla, kaçamaklarıyla, inkarlarıyla, gaddar ve pervasız halleriyle erkek milleti))))

Benim çocukkenden beri hiç kız arkadaşım olmadı. Yer alamadım evcilik oynarken onların pembe hayalli öğretmencilik, doktorculuk dünyalarında. Çok canım sıkılırdı. Ben bisikletime binerdim, bahçemizde alçak boylu bir incir ağacının dalı vardı, yay şeklindeydi. Yağmurlu havalarda ağaca şemsiye kurar bakardım öyle caddemizden gelen geçene… O zamanlar araba da çok yoktu, faytonlar vardı Çanakkale’de. Hep Sırrı amca’nın faytonunun arkasına takılırdım…bir şey demezdi zavallıcık)))) bize bakan rahmetli hacı ninem kızlarla oynamamı öğütlerdi….ben çivi, meşe oynadıkça…

Hal böyle olunca gözlemci tarafım taa o yaşlardan bu yaşlara gelmiş erkeklerin, ne sebeple ne yaptığını, ailesinin vaziyetinden, başaramamış oldukları hallere kadar yaşayarak gördüm, izledim, dinledim. Başaranların altyapılarında ki özgüvenlerini adım adım nasıl geliştirdiklerini, büyüdüklerini, yaş sendromlarını atlatabilenlerin evliliklerinde, ailelerini kötü giden şeylere rağmen nasıl kaliteli temsil edebildiklerini, vizyonlarını korumak şöyle dursun, örnek teşkil ettiklerini seyrettim, nefessüs ettim…imrenerek hem de…

Kendini yetiştirmek ve kendin olabilmek apayrı bir meziyet. Kendinle anılacaksın bir kere…yaptıkların olacak, mücadele ettiklerin olacak ve bunun içine hile, kötülük, alavere dalavere karıştırmamış olacaksın….yalnız bile yaşasan, bir düzenin olacak… düzenden kastım dağınıklık, pislik değil….ev halin…evinde geçirebildiğin yalnız hallerde ki düzen…varlığınla, yokluğunla saklanabildiğin, kuyruğunu dik tutabildiğin, yemek yapmayı bilmesen bile sipariş edip yiyebildiğin…dışarıda yemiş olsan , bir kadeh içkini, bir film izlerken, dünkü gazeteleri okurken, veya sevdiğin bir kitap her neyse kendi kendinle serseriliğe, berduşluğa ve sarhoşluğa vardırmadan içebildiğin…. Ertesi güne ne giyeceğine karar verip, yakıştırabilen, çamaşır makinesini nasıl çalıştırabileceğini bilebilen, kendini hobilerinle eğleyebilen erkek tipleri kadından ne istediğini de biliyor. Diğerleri gibi değil onlar…kendilerine zaman ayırıp, toplumsal düzeyde de nasıl algılandıklarını saygıdeğer olmak adına fark edip, uygulayanlar onlar….nezaket sahibi, bilgili, başarmış, şık dolayısıyla özgüveni gelişmiş, rezilliği sevmeyen ve herhangi bir kargaşaya sebepte olmayan kişiler bu gurup..!! tabi çocukluklarında seyrettikleri anne ve baba görüntüsünün etkisi olsa gerek diye de düşünüyorum..

Diğerleri tam pervasız gurup… ooo hooo keyfe keder mi desem, gamsız mı desem ne desem??? Olsa da olur, olmasa da ya da olunca olur diye düşünen.. ev hali diye bir şeyi umursamayan, nereyi bulsa orada kalan, kendinden, ne istediğinden bi haber…kadını eğlenceden sayan ya da birkaç işini gördürüyorsa o an için varlık edinen tam sorumsuzlar..!! Hem arkadaşlarını bıktırırlar hem karılarını. Bencildir egoları.. önemli değildir onlar için aile , vizyon, bir aradalık, paylaşım..bir sofraya oturma, misafir ağırlama, bir Pazar keyfi…onlara ihtiyaç paradan doğarmış gibi yaşatırlar. Verirler karılarının ellerine 3, 5 kuruş gerisi Allah kerim. O kadın öyle kendini yaşar evin içinde. Azıcık söylense bir de yer sopayı oturur aşağıya. Komşular duymuş duymamış, millet o aileyi aileden saymamış bunun temsilini düşünemeyecek kadar kendine saygısı olmayanlardır bu tiplerde…kendine saygısı olmayınca bir insanın, başkasına saygı duyabilir mi hiç??? Yaptığı iş her neyse orada da öyledir.Çalıştı işte, kazandı kazanmadı, akşam olacak o kafasına göre kimseye haber maber de vermeden, estiği gibi kendini yaşayacak aaammaaann diyerek hem de…. Karısını da boşamaz kim yıkayacak çamaşırını?? Arada sırada da olsa gittiği bir ev var. İçindekinin canı ne ister umurunda mı??? Gerçi çoğu da boynuzu yiyiyor bunların ama kadın bunu çok gizli becerebildiği için buncağızların haberleri olamıyor….malesefff….daha doğrusu karısını öyle küçümsüyor ki, öyle önemsemiyor ki zannediyor ki kimseler önemsemeyecek…. Dünya halleri işte…Rabbena hep banası yok bu dünyanın.

Erkek tiplemeleri))) Bekar erkekler var ama bunlarda aralarında 5, 6 çeşide ayrılıyor. Küçük bekarlar, büyük bekarlar, ayrılmış bekarlar, zengin bekarlar, fakir bir baltaya sap olamamış bekarlar vs vs…!! anası yüzünden evlenememiş olanlar, ameliyat geçirmiş olanlar, iş kuramamış olanlar, iflas edince karısı kaçmış olanlar, kumar oynayanlar,kendini ağaçkakan sanan hovardalar…!! Çeşitliliğe bak sen!!!!!

Üzerinde bir sürü kötü huy taşır, sevgisizlikten bahsedip bir de iyi kadın arar. Bulur da haaaa, bakakalırsınız bakın şu işe diye. Kadının hayatını da mahveder, ardına bile bakmadan gider. Kadın onu öğreninceye kadar atı alan, üsküdar’ı çoktaannn geçmiştir. Bir de zengin kadın kovalayanlar var bak.. parasını yiyecek akıllım))))) yaşlı kadın sevenler cabası.ooffffff aman yahuuuu şimdi kadını yazıyor olsaydım para sevenler, mevki sevenler, kanaatkar olanlar, ve sadece sevenler olarak guruplayıp yazardım)))) onların davranış biçimlerinden değil, duygularından ve bu duygu yollarına giden ara sokaklardan bahsederdim. Ne zor erkeği anlatmak… keşke adına ADAM deseymişim. O daha derli toplu, kısa ve net bir yazı olurmuş.

İflas eden gururlu erkeklerden bahsedeyim. Çok şımarıklıktan iflas edenlerle, bahtsız bedeviler olarakta ayrılıyor bunlar gerçi. Ben bahtsızlardan bahsedeyim bari. Şımarıklara müstehak çünkü. Yarınını düşünmeyen kovalaklar sizi. Bahtsızlar bir de iyi insancıklardır. Kendi hallerinde. Yardımseverdirler de. Kefil falan olmuşlukları vardır. Arabalarını emanet verip kaza yapan arkadaşları üzülmesin diye de kendileri tamir ettirirler. Düşkündürler çoluk çocuklarına. Elleri dolu giderler evlerine de misafirliğe de. Görgülüdürler. Parasızlık en çok burada canlarını acıtır. İçlerine kapanırlar bir şey alamadım diye utandıklarından. Her bir aksilikte gelip onları bulur. Karılarına mahçup yatarlar. Bir yürüyüş bahanesiyle bir paket sigara içip, içlerine gözyaşlarını akıtıp dönerler evlerine… Bekarları yazacaktım gerçi. Bekarlar korkularını atıp, bir daha teşebbüs edecekler de, o vakte kadar da kimse istemez onları yanlarında, borç isteyecek diye, beşelçiye çıkar adları da.. Kız da vermezler onlara)))) bir zaman serserilik yapıp düzelirler eğer sorumlu bir ailede yetişmişlerse. Bu da normaldir. Kolay değil varlıktan yokluğa düşmek.

Ya aldatan erkeklere ne demeli. Her halükarda aldatmak fena bir şeydir. Ama karısını aldatanla, sevgilisini aldatan aynı değildir. Haydi karıyı boşamak kolay değil. Sevgilini niye aldatırsın mübarek sen? Arsız mısın, eksik misin, komplexli misin? Nitelikli ayrılmalardan habersiz misin? Bir kerecikte doğru düzgün duramaz mısın?

Bir de kadın erkekler var. Cinsel tercihini her ne pahasına olursa olsun yapmış. Galiba bu tabloya göre en cesurları onlar. Ne istediklerini bilip, durumlarını da aksettirmişler. Renkleri belli. Onlardan korkulmaz çünkü onlar zaten ürkektir. Ayyy ben bu yazıyı burada bitereyim. Yoksa bitmeyecek çeşitlilik.:))))))

Hoşça ve dostça kalın..

12 Nisan 2010 Pazartesi

NE BUNUN ADI ŞİMDİ HIII?????


Ben iyi bir gözlemci ve sıkı bir takipçi olduğuma karar verdim. vallahi övünmek değil bu.Dedektif olurmuş benden. Birazda kalbim saf mı ne?? arasam bulamayacak olduğum şeyler geliyor önüme hayrettir….

Korkak yaşayanlara taktım şimdi de kafayı. Ne kadar aciz görünüyorlar. Yemeğimin üzerinde ki böcek gibiler aynı….. birbirini kandırmaya çalışan insanlar sinsilesi.

İyi bir facebook kullanıcısı olduğum kesin:))))) bakıyorum biri, diğerinde bir şey beğenmiş, ya da yorum yapmış ama kendi profilinde gözükmesin diye de silmiş….!!!!! Neyin samimi şimdi senin??? Beğendiğinden bile şüphe ederim. Maksat kendini ona hatırlatıp dikkat çekmek mi??? Kendinden kaçak zavallıcık işte..!! sayfa senin, zevk senin, beğeni senin…madem korkuyorsun neden yapıyorsun??? Hadi diyelim eşin kızar, kızın kızar, sevgilin kızar ve onu çok önemsiyorsun e beğenmeyiver be kardeşim…. Ne şiş yansın ne kebap iyiymişti bu))) kendini doğru ifade edememişsin demek. sana güvenmiyorlar ki siliyorsun. ya da yaptığının FARKINDASIN sinsi..:)))) korkuyorsun.ne kaldı geriye samimiyetsizliğinden, yalancılığından, cılkını çıkarmandan başka???? Ne kendini yaşayabiliyorsun ne seni başkasına yaşatabiliyorsun. Bizim buralarda şahsiyetsiz derler böylelerine. Güven vermezsen iplemez kimse seni…

Cesur olacak insan dediğin..!! cesur ve yalın, doğal, duru…inbox çapkınları…ne kadar yavan gözüktüğünüzü bir bilseniz…bütün gününüzü ona buna dolanarak geçirip tam çıkarken karınıza, sevgilinize ithafen de bir şarkı paylaşıverirsiniz…..onu sevdiğinizi düşünsün bakarsa profilinize diye.. bu devir de yuh yaniiii. Prematüreler…

Hayatın içinde de vardır ya hani; 1 saatte sinsice ve de pisce işini görür sonra gider kalabalık bir yere oturur, inkar etmek için……vallahi istersen sor bak diyecek. hay kalıbına senin salak….sen salaksın da zaten kimsede seninle ilgilenmiyorken bu haller ne böyle… yazık yazık bu kadar da kendini geliştirmez, onarmaz mı insan….yaş 20 değil ki öğrenir hadi deyip opsiyon verelim…!!! Ciğeri 5 para etmez, kediye versen yemez..!! hayattan bir şey bekler…. Beklemeeeeeee… önce hayata ver!!!!! Söyle kurtul, yap ama arkasında dur… bu böyle desinler, kabul edip sevsinler. Arkandan amannn ssss…tir et şunu demesinler be arkadaş… nasıl da yedirirsiniz kendinize??? diyorum ya deve kuşu gibi bunlar, görünmediklerini sanan şirretler..Ben iyi ki erkek olmamışım haaaa mostralık duracakmışım demek hayatta.

Sonra diyorlar ki neden selam vermiyorsun?? Ben iyi insan koleksiyoncusuyum. Sen ancak birkaç seferlik malzeme olursun bana başka ne verebilirsin ki tutayım seni söyle??? Neden mide mi bulandırıp sana iyi olmayı defalarca anlatmaya çalışayım?? Seninle dolaşıp neden utanayım?? Solumda sıfırsın,,, sağıma geç…!

Benim arkadaşlığımdan keyif alan herkesin bir karekteri var, duruşu var, samimiyeti var. En çaresiz anlarında dürüstce anlatmaları var. Yürekleri var..!!!! kalpazan da severim önceden söylerse söyleyebildiği için..!!!!! hırsızı da severim üzüntüyle ve pişmanlıkla itiraf ettiği, af dilediği için. Savunurum hattaaa …. Ama sen???? Ömrün boyunca solda sıfır kalacaksın bu durumda… yazık çocuğum sana… aç tavuk kendini buğday ambarın da görürmüş dedikleri sen misin yoksa???? Vallahi çok yazık…. YAZIK sana…

Film gibi geliyor bana. Senaryolar falan hikaye değil gerçek yahu… hayal gücü yok yani içinde. kötü olan kötü oluyor, kötü davranıyor, kötü kalıyor, kötülük yapıyor. Neden tercih edilir kötülük bilemedim bunu.Ben böyle insanları hayal edemem ki. aklıma gelmez. Profil sayfam açıktır. Saat kaçta ne paylaştığım, kimin nesini beğendiğim, kiminle arkadaş olduğum yazar. Neden sileyim ki kimden neyi gocunacağım….kimden neyi saklayacağım??? Açık, şeffaf, olduğun gibi olmak varken korkuyla, yüzsüzce ve salakça bu zahmet çekilir mi bee??
Ne kardeşim derim, ne abim derim, ne arkadaşım derim, unutur geçerim böylelerini. Zarar verirler çünkü. Yalan iliklerine işlemişse, kandırmayı hüner sananlar bunu hep yaparlar. Aman benden uzak Allaha yakın olsunlar….. Allahın selamını verir geçerim o kadar. Elimde

bir sihirli değnek olsa insanlık namına yapılacak çok şeyler geliyor aklıma….çok kızıyorum arkadaşlar ben yalan dolana……ikiyüzlülüğe, inkara………………….bunlar genelde boğa ve balık burçlarından çıkarlar. Tanımadıklarım kızacak ama tanıdık boğa ve balıklara hep söylemişimdir bunu. Bu benim saptamam tabi ki. astrolojide gerçeği var mı bilmem.

Yurdum insanı davranış bilimleri bölüm başkanı olmak istiyorum))

11 Nisan 2010 Pazar

OKUYUVERİN GARİ....:))))))))))))))


Öyle neşeli bir Pazar kiiiiiii tanrıma teşekkür ediyorum bu yüzden)) facebookumu açtım demin. Ana sayfada Zekai’nin bir paylaşımını gördüm. Adı GARİ DE GARİ))))) bir düğünde bu şarkıyla 3 dk da bir sıtmaya tutulmuş gibi oynayan insanlar……. Yuvarlak yapıp ortaya doğru bir an da sıçrayarak, coşkuyla, deli gibi toplanıveriyorlar…. Şarkı sözünde eğlenceli hiçbirşey de yok üstelik))) ben bunu seyredip kahkaya boğulurken Zekai Muğla yöresinden olduğunu söyledi….. Moğollar söylemiş bu şarkıyı ayrıca. Yurdum
insanı yahu biliyor eğlenmesini….. değerlendiriyor, eğlenceye dönüştürüveriyor. Komik mi, bu mudur diye düşünmüyor… deşarj olabiliyor. Bizi oyuna kaldırsalar ben o ciddiyetle oynayamam şahsen))))))))))))) oynamak ne kadar güzel bir şey…. Kurtulayım ben bu ağır ablalıktan…))))) bu hafta yapacağım ilk iş bir yerlere gidip deli gibi oynamak olsun…. Ne derlerse desinler…. YÖRESEL deyiveririm gari)))

Kolbastıyı da ilk seyrettiğimde çok hoşuma gitmişti… ne efor nasıl bir deşarj..??? Karadeniz yöresinin her oyunu hareketlidir gerçi ama bu Muğla beni çok şaşrttı…!! Ege çünkü efelerin diyarı… vah ki ne vah torunlarına… dedeler görse ne yapardı acaba????

O kadar çoklu kültürümüz var ki, bunu değerlendiremiyoruz ona yanıyorum… ben türkülere de çok gülerim… manda yuva yapmış söğüt dalınaaaa…!!! Ba ba baa söyler söyler eğleniriz bir de.yavrusunu da inek kapmışmışşşşş amaaanınnn amannnn) Hele bir de geçenlerde duydum bir türkü entarisi ala benziyor, şeftalisi bala benziyor diye)))))))))))) bu nedir abi yaaaaa…. Eskiden rütük mütük duymuyor muymuş bunları????? Safiyem’e karyola dar gelir varrr o hoooo düşündükçe bir dünyaaa sabahlara dayanamam Osman aga’ yı da unutmayalım kulakları çınlasın)))))

E hadi gari bu yazı bitsin))))))) herkese bol eğlenceli bir Pazar diliyorum….!!!

Sevgiyle kalın




Gari de Gari (Kop Kop) mu�la
Yükleyen forumdolu. - DiÄ�er komik videolarını izle.

10 Nisan 2010 Cumartesi

ÇIPLAK ŞİRİKALAR...


ŞANS YOK
O kadar şanssızım ki
Sinek olup uçsaydım,
Shelltoxla öldürürlerdi
Kelebek olup uçsaydım,
Ömrün kısa derlerdi
Kuş olup uçsaydım
Beyinsize çıkardı adım.
En iyisi uçmaktan vazgeçip bir yerlere konayım)))

TEŞHİRCİM
Ben sol gözünün, son kirpiğini severken,
Üst dişlerinin, tırtığını ellerken,
Çenende ki gamzenden öperken
Son fırtta, izmarite eziyetini seyrederken,
Bacak sallamana tatlı sitem ederken,
Sen rakını masanla şerefelendirirken,
Mırıldandığın her nağmeyi, tebessümle dinlerken,
Yoksa
Küçük bir teşhirci miydin sen????


PERVASIZLAR..
Amaç; derinlere dalıp, mercan avcısı olmak değil,
Kıyı da bile sevmem yüzmeyi..
Serinlemek benim ki….
Kimilerin ki ıslak görüntü…,
Daldıkça poponun verdiği övüntü,
Deniz işte bence….
Kumuyla, çakılıyla, dalgasıyla.
Kumsal da dolu, su da…
Ne kararan vaarrr, ne serinleyen!!!
Niye verdin bikiniye bunca parayı be kadınnn???
Sen niye dalıyorsun vurgun yercesine derine??????
Kime neyi ispattır amaç????
Niye kullanıyorsunuz bu suyu, bu kumsalı pervasızca….!!!!


TASTAMAM
yakışıklı, iyi, güçlüyü de geç
hadi buldun;
pasif işte hayatın bir yerinde.
Seni görünce sana güçlenmiş adamcağız.
Diyor ki; neyin eksik?
Verdiklerine tamammm, senim eksik…!!!
Yani benim eksik.
Benim bu !!!!! diyeceğim adam eksik.
Benle tam olan tamam,
Beni tamlayacak isim eksik.
Tam yapmak değil artık,
Tamamlanmak istiyorum.
Meram anlatmak tamam da,
Anlayan eksik.
Kata kata eksildim ben,
Arta arta taşmam eksik.
Anlamak herkeslerde tam da,
Uygulayan eksik..

9 Nisan 2010 Cuma

BİR FOTOĞRAF ÇEKİNEBİLİR MİYİZ))))




Bayılırım çocukluğumdan beri fotoğraf çektirmeye ve de çekmeye… Elimde bir makine. Annem kızardı hatta kendini artist mi sanıyorsun kızım sen diye bana) iyi ki sanıyorduysam da iyi sanmışım. Şimdi bakılacak bir sürü fotoğrafım var. Kendimi bildim bileli hem de. Demek ki kendimi ortaokul yıllarında bilmişim. Sınıf arkadaşlarım, öğretmenlerim, her yaz gidilen gençlik kampı anılarım…. Ne yapıyorsam işte. O zamanlar makineler filmli ve tab pahalı olduğundan da kısıtlı çekmişiz. Şimdiki gibi dijital olsa demek bir oda fotoğraftan geçilmeyecekti. O aralar poloraid makineler çıkmıştı. Babam almıştı bize. Çekiyorsun ffııırrtt çıkıyor, hem de renkli, anında. Sadece kendimi de değil herkesi çekmişim.

Konum hep insanlar ve o AN olmuş. Yemek yenilen an, top oynanan an, oyun oynanan an, etkinliğin olduğu an, biri hediyeyi aldığı an, güneş batarken seyredildiği an. Annem yeni bir kıyafet aldıysa ve kendimi güzel hissediyorsam o an…)))) pek ağaç, böcek, çiçek çekmemişim. Ama manzara dersek adına Çanakkale’de gün battığı an, gemilerin geçtiği an, martıların doyduğu anlar var birkaç tane.

Toplulukta istendiği kadar fotoğrafçı olsun, makinem illa ki yanımdadır. İnsan konulu da çeksem, güzel insan demek daha doğru olur,,,ve güzel anlar fotoğraflarımdakiler.. Hep insanların güzel anları var. Sadece kılık kıyafette değil ama keyifte, sohbette, dostlukta…. Yan yana gelişlerde, karşılaşmalarda vs. Sandalyesiyle, entarisiyle, duruşuyla, yanındakiyle, yudumuyla , saçıyla ve en önemlisi tebessümüyle. Hiç sevmem meymenetsiz bakışlı mutsuzları. Çekmem de.Bir de inatla ben poz veremem diyenler vardır. Yahu yaşamı poz vererek yaşama sen!!!!!!! Ruhsuz şey. Doğal doğal bakacaksın işte… beceremediğin bu…!!! Fotojenik olmayanların karakterlerinde gözükmeyen bir şeyler var demek… oysa bana gülümseyen her yüz çok şirin ve anlamlı geliyor… yaşlı, genç, bebek fark etmez. Çizgisi gülümsüyor, derinleşiyor yaşam, onun çizgilerinin arasında…. Anılar onlar…nasıl da fotoğraflanır güzel güzel. Canım derhal dışarıya çıkıp, gün ışığı bitmeden gülen yüzleri aramaya çıkmak istedi. Utangaç tebessümler, fotoğrafı çekiliyor diye gururlu tebessümler, kaykılıp şööyylleee saçını başını el çabukluğu düzeltenler, rujunu tazeleyenler…. Sevgilisinin yanından azıcık uzaklaşanlar ya da tepesine çıkanlar)))) içini yansıtanları çok seviyorum asıl… bakıyorsunuz resme, merhametli, mutlu, müteşekkir bakmış…sevecenliği, içtenliği, samimiyetiyle abartısız bir duruluk var…. O andan hissettiği her duyguyu yansıtmış duruşuna, bakışına….

Her şeyde amatör ruh güzel. Heyecanı da güzel. Bir konu hakkında kural ve kaideleriyle ilgili öğrenim gördüğünüzde ona göre yapmış oluyorsunuz…. Mesela ben… fotoğrafçılık kursuna gitmem ama fotoğraf makineleri nasıl daha işlevsel kullanılır kursuna giderim))))) tab etmeyi öğrenmek istemiyorum ya da fotomontaj yapmayı, ya da bir fotoğrafta sonradan bir şey silmeyi. Ters ışık doğru ışık bunu göz algılıyor zaten. Bazı kurslar yeteneksizler için sanki. Hiç o konuyla daha önce ilgilenmemiş de birden aklına gelivermiş gibi. Çiçekleri zoomlar zoomlar çeker, gösterir çok güzel olmuş di mi diye…. Ne kendi ruhunu katmış ne çiçeğinkini yansıtmıştır. Amacı sadece doğruyu yapabilmek...kafası daha neyi fotoğraflayabilirim de değildir, bir sonra ki aşama 3 gün boyunca makinesini temizlemekle geçer))

Bana misafirliğe gelen, çoluk çocuk, arkadaş, akraba hepsini fotoğraflamışım teker teker.Eskiden Tuana ve Aleyna’nın eve gelen arkadaşları için yüz boyama seti almıştım. Kim ne olmak istiyorsa ona göre onları boyuyordum. Onlar da o kılıkta bir hikaye üretip, onun oyununu oynuyorlardı. E şimdi o an çekilmez mi???? O sevinçler göz ardı edilir mi???

Tanrım evime gelen dostlarımdan mahrum etmesin beni… yıllar sonra resimlere bakarak konuşacak ne kadar çok şey oluyor. Benim hatırlayamadıklarımı onlar hatırlatıyor. Hatta kendi fotoğraflarını kaşla göz arası benden yürütenler bile var. Onlar kendilerini biliyor, deşifre etmeyeceğim..)))) kendinizi takip ediyorsunuz fotoğraflarda…yaşadıklarınızı da. Ben mutlu an fotocusu olduğumdan, bana gelenler hep mutlu anlarını tekrar hatırlıyorlar. Cenazede, hastanede çekmem öyle. Kötü anı onlar. Doğum olması lazım bunun için. Hastalık hustalık , ölüm değil..!!!

Bakış açınız birazda yaşam tarzınız sanırım. Ya da kişiliğiniz. Nereden baktığınıza bağlı yansıyor objektife. Ve de neye baktığınız, nasıl baktığınız…ben de bir de simetri sorunu var. Özne ortada olmalı, kenarlardakiler etrafa güzel dağılmalı…kenardaki gibi de durmamalı. Madem o karenin içinde o da güzel görünmeli. Bütünü güzel olmalı. Yarımlar buçuklu yansıyor, tam olmalı. Saatlerce de uğraşamam çok sabırsızım. Çekmeliyim, görmeliyim, beğenmeliyim. Sonra yeniden işte….zevk benim ki… nasıl yaptığımı anlattım sadece. Hiç detay bilmem. Detay düşünürüm…hep yapmam, ara sıra yaparım. Evde ki sırmalı yastıklarımı, abajurumu, küllüklerimi, evin kapısını da çektiğim olmuştur çünkü şiir yazdım onlara. Bloğuma koyduğum da neyin ne olduğu anlaşılsın, birbirini tamamlasın diye işte…

Eğlenceli terapiler benimkisi. Oyalanırken, düşünüyorum, tasarlıyorum, birleştirip tamamlayınca da çok keyif alıyorum. İş harici uğraşılacak ve deşarj olunacak hobileri olmalı herkesin. Oksijen gibi bu. Bir nevi kendinizi topraklıyorsunuz. Aslında toprağa basmak en güzeli. Ama ben börtü böcekten korktuğumdan basamıyorum yalın ayak. Solucan ezmişim gibi geliyor vıcık vıcık)))) kendimle yapılacak terapilere yöneldim o yüzden. Yazmak, fotoğraf çekmek gibi….bunlar da basılacak ve korkulacak bir şey yok….!!!!!

Bir de koleksiyonculuğum var. Bitmiş çakmak koleksiyonu, demir para koleksiyonu, masa saati koleksiyonu….öyle yüzlerce değil tabi… çakmakların kimin olduğu bile aklımda ama))))) saatler zaten babamdan. Paralar öylesine.harcanamadıkları için birikmişler))))) kızlar küçükmüş, harcamayı becerememişler….

Kendimizi sevelim, oyalayalım, yaptıklarımızı beğenelim… paylaşalım.mutlu olalım, olabilelim…deneyelim..en azından!!! Ne çıkar denemekten?? Fotoğraf çekemiyorsanız gördüğünüzü kara kalem resmedin sizde..!!! yastık altı yetenekleri çıkarma vaktiiiiiii… zil çaldı haydi başlayalım)))) her şey çok güzel olacak….

Sevgiyle kalın…

NOTRİKA: ***hüzün sıvalı insanlar….. dökülsün sıvalarınız….!!!

*** İçimde titiz bir salıklık, salaş bir itina var.

*** zaman kendini vermez sana bekleme…bencilliğin sana zarar… git yetiş
Zamana….

8 Nisan 2010 Perşembe

özledim sadece.....


ÖZLEDİMMMMM
Biliyor musunuz özledim….
Öyle özledim ki
ve öyle çok oldu ki hiç yaşamamış kadar özledim….
Özlenmeyi de özledim,,,beni gören bir çift göz özledim,
silkelenerek söylensin seviyorumlar,
endişesiz uykuları özledim ve insani yaklaşımlar….
nereye gidelim bu akşam denmesini özledim,
oturmayı bir arabanın sağ koltuğunda…
koluna girip şöyle gururla yürümeyi özledimmmm.
Bir adam şeffaflığını özledim…baskın duygularla…
küçük not kağıtlarını özledim, kapıya gelen çiçekçiyi bile, kargocuyla…..
yalansız uyumayı özledim bir bebek huzuruyla
hayran olmayı, güven dolmayı, inanmayı özledimmmmm
samimi temasları, içten öpücükleri,sıkı sarılmaları
sahiplenilmeleri, kıskanılmaları,
vazgeçilmezliği özledim….
Yeni çamaşırlar almayı, yemek yapmayı, beklemeyi,
İnanmayı, karşılığı özledimmm
Kapıyı anahtarla açanı,
Saçımı okşayanı
Merhameti ,şefkati
Minnetle teşekkür etmeyi özledim….
Biz olmayı özledim…
Benim için dinlensin şarkılar,bana yazılsın şiirler
Bana alınsın hediyeler,
Beni düşünmeyi özledim…
Hissetmeyi özledim… sevilmeyi……….
Doymayı, tok olmayı, gitmeleri değil, kalmaları……
Gerçeği … duymayı, görmeyi, dokunmayı….
ÇOK ÖZLEDİİMMM…

DAR ALAN DELİKANLISI.......


Şirretlik pis alışkanlık…hırsızın ev sahibini bastırması gibi…. Hani sinirli adamı dinlersiniz. Normal hayatında da sinirlidir, halletmiştir, başarmıştır, bir tarafı yufkadır. Sinirlendi yine birazdan geçer diye düşünürsünüz. Bir de suçunu bastırmak için rezillik ötesi yapanlar var ki bunu saygı maygı bırakmıyorlar insanda. Ne bu yahuuuu sus beeee..!!!! hayatında ne yaptın da kaç kişiye bağırdın ödlek….!!!! Herkese boyun eğen korkakların, kendine birini belleyip bağırmasını anlamam mümkün değil. Yürekli değil, kaçak bağırmalar bunlar… itiraf edemez ki ne yapsın üzerine çıkmak için???? Örtbas etmenin en kolay yolu, rezilliği sevmeyen bir insana korkar diye bağırmak…. Aciz hareketler…..kişiliksiz , vasıfsız tavırlar…

Şaşarım zaten taşımaya yüreği olmayanların yaşadığı şeylere…. Heves midir, bir anlık mıdır, kullanmak mıdır, zaaf mıdır nedir?? Kandırdığını sanarak yaşar, arttığını sanarak eksilir. Zaten çapsız..!!! bir de gözden düşmenin ne manası var.?? Deve kuşu misali görünmediklerini sananlara hheey gördüm seni desen çok kızıyorlar neden gördün diye… düşünmüyor ki saklanmak öyle olmaz. Dans da ederiz ama git biraz öğren de gel yanıma yakış, karşıma yakış, eşlik etmeye yakış. Ben de oynarım deyip deli deli şeyler yapmanın , daha doğrusu yapamamanın öfkesini duymanın ne anlamı var?? Ne bağırıyorsun?? Kendine bağır.. yapamadın işte, YAPAMIYORSUN..

Kendini ona buna göstereceğim diye kontrolsüz hareketler bunlar… türübünlere oynananlar, zeytinyağlıklar. Okul olan hayat…. Ben değilim. Hele iyi bir öğrenci hiç değilim.neden tahammül edeyim?? Notunu hayat veriyor… onunla bununla dalaşınca yükselmiyor ki..hatta davranış notun düşüyor))) bunlar evrene yazılıyor..!! bumerang gibi geri dönüyor…

Her koyun kendi bacağından asılır bacaksııızzz,,,,, ya da uzun bacaklı..!! Deve de de boy var ama eşek çekiyor haklısın. Eşeklikte bir yere kadar. Ne deveciyim ne de kervancı. Bir daha mı geleceğiz dünyaya???

Şarkısı bile var. Dünyaya geldik bir kere, kavgayı bırak hergün bu şarkıyı söyle….

Lüzumsuz insan kumbarası gibi oldum bu aralar…

7 Nisan 2010 Çarşamba

VANTİL BAHTTAN ŞİRİKALAR...)))


İMKANSIZ
Menopozdaki kadının orkid alışı gibi
Lüzumsuz
İğdişten çocuk istemek gibi
Umutsuz
Dilsizin konuşması kadar
İmkansız
Bu aralar ben kendime Fransız:))))


YARIN
Ha Salı olmuuuşşş,
Ha Çarşamba yarın.
Söylüyorum yine de madem;
Perşembe yarın.
Bana lazım olan YARIN..!!!
Günü fark etmez.
Hala Cuma deyip durma…!!!
Günü kurtaran sendin,
Yarına yatırım yapan ben..!!!!
Karar verdim ;
Pazar yarın……))


BEDEL
Bedel ödemem gerekirse günün birinde,
Aşkın günahı olsun sorulan…
Çarmıha gersinler, taşlasınlar,,,
Ben güzelliklerini zırvalayayım ölürken……


BİLMEZ Kİ
Sağnak benim adım
Yellenme benimle,,,
Islaksın zaten
Zatürre olursun..!!!
Gir kurulan önce….


NE DERSİN
Ne dersin,
Ne yaparsın seyretmekten sıkılırsam seni?
Ben senden daha iyi oynarım aslında.
Ama öyle çok gelen giden var ki bana…
Ne sana sıra geliirrrr, ne de oynayacağım oyuna..
Sen yalnızlığa oynuyorssuunnnn
Ben kalabalıktan oynayamıyorum.!!


KISKANÇ
O beni hiçbir zaman güzel anlatamaz sana!
Sen de aşık olmayasın diye bana…

6 Nisan 2010 Salı

İSTESEKDE Mİ DEĞİŞSEK, İSTEMESEKDE Mİ DEĞİŞSEK…??





Değişim istemekle başlayan her değiştirilmek istenende, olması gereken, insanın içindeki değişimdir. Değişim deyip, mavi etek giyenlerin kırmızı giymesini istemek, kırmızıyı giydirir elbette. Ama kırmızıdan da sıkılınır ve çözümsel olmaz O yüzden gökkuşağını düşünmek gerekir. Ve bu renklerin karışımını da. . Dünyanın katmanlarının, güneş sisteminin, iklimlerin değiştiği evrende önce değişimin bir kereye mahsus olduğu düşünülmemelidir. Değişim eskiyi ele alarak değil, öncelikle değişen şeylerin ne olduğunun farkına varmaktan geçer. yani bireysel başlar. Aynı şeyleri düşünmesini istediğiniz gruplar, eskiden olanları düşünen, aynı kişiler değil, yönünü yeniye dönmüş , çoklu pencereden bakabilen, fikir fırtınası yaratabilen kişilerden oluşmalıdır. Olanla değil, olabilecek olanla ilgilenebilen, yok öyle değil deyip, kestirip atmayan, içlerinde ve özel yaşamlarında dahi bencil ruhu taşımayan kişilerden oluşmalıdır ki toplumsallığı konuşabilsin. Kalıpları olan insanlar veya standart insanlarla bundan böyle siyaset yapılabileceğini düşünmüyorum ben.her konuda esnekliği olmalı kişilerin. Hayat böyle çünkü her şey yerli yerince ve yerine göre. Baloda, toplantıda, piknikte giydiğiniz kıyafetler bile yerli yerincedir. Ya da zaten böyle olmalıdır ki çeşitlilik olsun. Çeşit olmadan lezzet olmaz. Yerindelik te çok önemli günümüzde.

Bir bireyin ruhsal gelişimi dahi çok önemlidir bunda. Kişiler tek bir başarıyla da değerlendirelemezler çünkü. Hele konu siyaset olunca. Ben bu konuyu sağdakiler soldakiler olarak değerlendiremem. Çünki siyaset yapanların futbol sevenler olduğu gibi olmasını isterim. Şöyle ki; futbolun kuralları vardır. Dünyadaki tüm takımlar aynı futbolu oynar ama taraftarları, sempatizanları farklıdır. Sorsanız o da bilmez belki tuttuğu takımı neden tuttuğunu. Ya o semptlidir, ya babası o takımlı ya da şampiyon olanı tutar vs. aslında seyrettiği futboldur, maça da deşarj olmaya gider. Kurallar değişmez. Onun asıl sevdiği futboldur. Daha sonra teknik direktör, futbolcu vs gelir. İşte genel kurallar içerisinde , gerçekten siyaset yapmak isteyenleri toplamak gerekir. Bu sebeple TDH nin tüm söylemlerini sevdim. Ama söylemek yetmez, uygulama sıfırsa. Ötekinin olmaması ve sevgi en önemli ögeler hala bence olması gereken. Dünyanın ve ülke yönetimlerinin de değişmez kuralları var. Önce bir genel ahlak, genel iyilik, genel kültür oluşturmak gerekir. Bu bizim ülkemiz koşullarında kolay değil. Objektif bakmak gerekirse bin tane ayrı kültürün içinde çoğulcu bir yapıyı hakikaten inananlardan oluşturabilsek bile, Bu o kadar detaylı bir durumdur ki kimi kime benzeteceksiniz?? Bunu nasıl becerebileceksiniz….. 4 mevsimli bir ülkeyiz. Her bölge insanının genleri farklı. Çok dahiyane projeler çıkarken, duruşuyla da kararlı insanların beden dillerine de ihtiyaç çok. Biz politika değil, laf üreterek gündem değiştirdik hep. Kitleleri birleştirmek yerine ise birleşenlerden bile huzursuz olduk, ayrıştırmayı seçtik. Hem de var olanları ayrıştırmayı. Oysa yapılması gereken katılmayanları katmaktı.

Ortada bir ateş yakmak isteniyorsa çok da sen gazetesin , sen kozalak biz kütük istiyoruz diye düşünmemek lazım. Evet sadece zehirli gazlara ihtiyaç yok. Ben bu güne kadar söylenen, yazılan, çizilenlerin üzerinden gitmektense, düşünüldüğü halde uygulanamamış, ya da düşünülmediğini ya duymadığımızdan ya da böyle zannettiğimizden hayalperest olmamak kaydıyla düşünülebilir olduğunu düşünüyorum. Yapılanların değil, yapılamayanların üzerinden bir kere daha pozitif ve akılcı düşünmek gerektiğini düşünüyorum.

Her şeyi fazlaca tecrübe etmiş insanların ben bilirim edası ile bilgiçlik yapması değil, sorulduğunda , boşlukları dolduracak öneriler getirmesi gerektiği fikrine sahibim. Yeni heyecanlar çok da çaylak olmamak kaydıyla heyecan katar. Heves ve enerjiler insandan insana geçişgendir. Faydalanmakta her zaman fayda vardır.

Bölgesel çözümleri ya da bölgesini bilen lider ruhların bölgesel kurallarını o ruh hallerine daha kolay uygulayacağını düşünüyorum. Sağ sol yerine doğu batı konuşmanın gerekliliğine inanıyorum. Çözemedik çünkü ne eğitim ne sağlık ve ekonomik koşullarını. İnsanların yaşam koşullarını denkleştirmeden, düşünce yapılarının denk olmasını nasıl bekleyebilirsiniz?Ayrı yeteneklere sahip insanlar gibi düşünmek gerek bölge farklılıklarını. İyi teneffüs etmek gerek. Ne batılının aklı , yaşanmışlıkları doğuluya yeter, ne doğulunun ki batılıya. Doğu , batı dediğime aldırmayın…. Karadeniz ile Akdeniz insanının farkı gibi de denilebilir. İçlerinde mutluluk olmayan hangi insanla etkinlik yapılabilir ki. farklılıklarla bir arada yaşamanın yolu, farklılıkları kabul edip, bunların psikolojik ve sosyal yapısına uygun bölgesel yöneticelerden geçmelidir. Ülke bütünlüğünü bu vakitten sonra dillere dolamanın bir faydası yoktur. Çünkü bu anlamda korkulacakta bir şey yoktur. Milliyetçilik ruhumuzda var zaten, bu kavramları kullanarak kargaşa yaratılmamalıdır.Halkı galeyana getirip, arkaya alınan kitle sadece galeyana gelenlerdir, inan değil zannedenlerdir.Bir başka seferde, başka bir şeyin peşine de gidebilirler. Bize gerekli olan bilinçli toplumdur. Taaaa savaşlardan, mücadelelerden başlayıp ahkam kesmeye hiç gerek yoktur. Çünkü bunlar o dönem için gereklilerdi. Şimdi devir değişti. Eski salçanın yemeğin tadını bozması gibi. Fazla eskileri saklamamak, bulundurmamak gerekir. Ama öğretilmiş psikolojilerimizle hareket ettiğimizden sanırım önce hepimizin bir psikolojik taramadan ya da hipnoz seansından geçmesi gerekir. Karma psikolojilerin yaşadığı bir ülkede karma politika edinmek şart olmuştur. Vatan millet Sakarya söylemleri eskimiştir.Vakit çok fazla insanların duygularıyla oynayan konuşmalar yapmak değil, çözüm üretmek vaktidir. Denenmişinde denenmişi olmayacağına göre, denenmemişi düşünmeye çalışmak daha doğrudur.

Bunların hepsinin bir ekip çalışması gerektirdiği doğrultusunda , her şeyin bir program kapsamında yapılması gerektiği düşünülürse bence tek bir program dahilinde dahi olmamalıdır. Alternatifli ve kapsamlı ve bölgelere özel programlar uygulanmalıdır. Yapılan çalışmalar da da tek bir konu üzerinde dahiyane düşünenler kümesi hazırlanmalıdır. Herkes aynı şey üzerinde mükemmeli düşünemez. Sığ düşünenlere genel görevler verilemez. İnsanları branşlara ayırmak gerekir. yazan, konuşan, düşünen, ikna eden vs. gibi. İNSAN DEĞERLENDİRMEK, DURUM DEĞERLENDİRMEK KADAR ÖNEMLİDİR. Bütünde geçmişinden hınç çıkarmaya , yeniden denemeye, yeniden kazanmaya yeltenmeden, daha masumane ve duru istekleri, gerçekleri olan kişileri seçmek daha doğrudur. TDH nin yeni yüz arayışlarını da güven ve itibar kaybetmemişlerden olmak adına doğru bulmuştum.

Bunlar sadece benim düşüncelerim. Bir ideoloji insanı olmadım. Evrende ki değişimin her an devam ettiğini gören, bilen, söyleyen bir Türk kadınıyım. Sade bir kadın vatandaş yani. En yakın an da neyin değişebileceğini gerek sezgileriyle, gerekse tecrübe ettikleriyle algılayabilen ve bu duruma tedarikli davrananlardanım o kadar..bastırılmışlıklarımızdan, korkularımızdan sıyrılıp, düşüncelerimizi doğrusu ve yanlışıyla ifade edebilsek, tartışabilsek keşke…

Bu ülkenin birinin düşündüğünü uygulayan değil de,,,, kendi düşüncesini de katabilen, dolayısıyla düşünebilen insanlara ihtiyacı vardır. Ufuk açmak gerekir, bilinç düzeyimizi geliştirmek gerekir…. eğitim şart….!!

Siyasette hedef koyma cümlesini bile sevmiyorum. Ne demek o öyle rüşvet ister gibi?? Hedef koltuğa oturmak olmamalıdır. Hedef çalışmak, geliştirmek, bütünlemek, üretmek ve sonucu almak olmalıdır. Kendinde karşılığı büyük bir maneviyat içermelidir. Partiler ve koltuklar ego tatmin yerleri değildir.anlayış, algılayış biçimimizi gözden geçirmek gerekir. Gönüllü yapılmayan her iş gibidir aslında…GÖNÜLLÜ , CANIGÖNÜLDEN OLMALIDIR.

Yine içimde ki kadın çok konuştu, farkındayım….

Dostça ve hoşça kalın….

HARİKA SAN..

5 Nisan 2010 Pazartesi

KIRMIZIYI SEVERLER, ETSİZ YEMEK YEMEZLER:)))


kırmızı.... renklerin dilinde kırmızı??? ya da bize çağrıştırdığı şekliyle kırmızı... trafik lambalarında DUR demek...kan rengi, vücudumuzda oluşan minik, kaşıntı ve çıkıntıların rengi... bir filmde görsek kırmızı nokta, EROTİK demek. kalp kırmızı AŞK kırmızı....EROTİK AŞK DUR yani:)))

beyninde 2 değil 4 lop olduğu bilindiğinden beri kırmızı lopluları bir okuyalım:))

Kırmızı loblu insanlar
Beyninin sağ altı çalışanlar kırmızı lobludur. Türkiye'nin geneli kırmızıdır. Davranışları düşünsel değil, duygusaldır. Adalet Bağdu bu konuda şunları söylüyor: "Ülkeme, trafiğine bakıyorum. Bir insanın arabayı kullanışını genellediğim zaman, insanlar bedensel sürüyor arabalarını, oysa akılsal sürmeliler. Çok gürültüsü olan bir ülkeyiz ve bunun nedeni, bizlerin bedensel davranışımızdan kaynaklanıyor. Hanımefendilerin çoğu beyinlerinin sağ tarafını kullanır. Bir de duyguları mantık kısmına geçirip değerlendirmeden, beynin sağ tarafına alıyoruz. Mesela böyle bir yapıya sahip olan bayan yöneticiyse, karşısındaki güzel bir kadına iş vermiyor, çünkü kıskanıyor, kendine rakip görüyor. Kırmızılar duygusal ve iyi hitabetçiler, iyi arkadaşlık yaparlar, takım ruhları vardır. Meslek olarak halkla ilişkiler, sunuculuk yapabilirler, iyi psikologlar ve eğitmenler de kırmızılardan çıkar."

peki şimdide renklerin dilinde kırmızı ve anlamı:

KIRMIZI
Bu renk canlılık ve dinamizmle ilgili bir renktir. Kırmızı renk fiziksel olarak ataklığı canlılığı, duygusal bağlamda bir işi sonuna kadar götüren azmi ve kararlılığı gösterir.
Mutluluğu temsil eder ve kişinin iştahını açar. Dünyadaki gıda firmalarının (Coca Cola, Pizza Hut, MC Donald's, Burger King…) hepsinin logosunun kırmızı olduğunu fark edeceksiniz.
Ne kadar parlak olursa olsun, ayrıca hiç bir renk kırmızı kadar dikkat çekmez.
İnsanların üzerinde canlandırıcı, kışkırtıcı ve heyecan verici bir etki yaratır. Ancak uzun süre seyredildiğinde sinirlerde gerginlik yapar. Özellikle hastane bahçelerinde, toplu halde kırmızı çiçeklere yer vermek uygun olmaz. Tansiyonu yükseltir, kan akışını hızlandırır. Aşkın ve arzunun rengidir. Kırmızı dolaşım sistemindeki kan akımını hızlandırır. Çocuk eşyalarında bu tonun fazla kullanılması, çocukların mutluluğunu temsil etmesindendir .

hayatta ister istemez ve bilip bilmeden etkilendiğimiz ne kadar çok şey var görüyorsunuz... 7 renkle beraber bir evrende yaşıyoruz. etkileniyoruz, etkiliyoruz.. bir alışveriştir gitmekte..analizler, tahliller, tasvirler,anlamlar, etkileri, yansımalar...!! ooo hhooooo yaptık işi:))))) erkekler kırmızı pantolon neden giymez??? kadında kırmızı ruj, oje vs şuh durur. kırmızılı bir aksesuar çarpıcıdır.kadın rengi demek ki daha çok... kırmızı pabuçlu erkek...rugan şööyylleeee.... hahahahahahaah

aman bu görüntü hoş gelmedi hayal edince...ama marlboro kırmızısı, bayrak kırmızısı da var.alev de kırmızı,yangını da çağrıştırıyor bana...tabi burada araya turuncu karışıyor. kırmızı halı falan düşünürsek, üzerinde yürüyenler önemli şahsiyetler oluyor. güneş kızarınca romantik oluyor:)) insanların suratları kızarınca utangaç oluyor, durduk yere bir yerin kızarınca kaşıntı oluyor vs:)))))

sarı benizli mi yaşıyalım ne?? yeşil olunca uzaylı oluyor:)) mor düşünsek bozulmuş oluyor. çok da beyaz sevmem çiğ duruyor:)))) öööffff ben gidip biraz renk karıştırıp, tonlama yapıp, ona bir isim bulayım.renkrika.......

hoşça ve dostca kalın...:)))

3 Nisan 2010 Cumartesi

ASSOS.. ÇOCUKLUĞUM VE MEMO’S GARDEN






Yıllar öncesine gittim yine. Yıllar öncesinin Assos’una. Bir varmış bir yokmuşcasına masal gibi yıllar. Bizim orada babamın babasından kalma bir yerimiz var. Şimdi motel. İçinde 10 tane bungalov, bahçesinde zeytin ve mandalinalar var. Beach clup olarak işletildi bu bahara kadar. Önünden yol geçti, bir sürü yabancı o sahilleri keşfetti. Yüzlerce otel oldu, motel oldu, ev oldu sahilde. Hatta İzmir yolunun oradan geçeceğini o yıllar da hayal bile edemezdim.

O zamanlar değil asfalt, toprak yol bile yoktu. Biz Kozlu köyü altından sürat teknesiyle gelir giderdik oraya. Bu benim ilkokul yıllarım 30 yıl evveli yani. Gidişi kolaylaştırmak için babam dozerle, traktörle yol açtırırdı.. Dozer önde biz arkada. Yağmur olur, çamur olur giderdik oraya. 2 tane dereden geçerdik. Kimi zaman batardı da araba, korkardık. İn cin yoktu oralarda, kuş uçmaz kervan geçmezdi. Rahmetli Ali Dedem’le babam tavşan avına çıkarlardı. Öyle sessizdi ki oraları gündüz atına atlamış bir köylü görsek, değişik bir şey geçiyor gibi kardeşimle birbirimize seslenir, haber verirdik. Yüzlerce kitap okudum orada. Ama Deniz Altında Yirmibin Fersah kalmış aklımda. Kardeşim daha küçük olduğundan annemle oyalanabilirdi ben kalabalık sevdiğimden insan isterdim yanıma. Çoğu sınıf arkadaşım gelmiştir oraya bizimle yaz tatillerinde. Babam bana 4 kişilik bot almıştı. Ama uzunca bir iple de kıyıya bağlamıştı, rüzgar çıkarsa kontrolü kaybederim diye. Karşısında Midilli adası var. Geceleri geçen arabaların farları bile görünüyor. O yıllardan bahsetmiyorum elbet, şimdilerde gözüküyor.

Yan tarafımızda Hatice teyzelerin evi vardı rahmetli. Fırınları vardı onların. Yufka açmayı, makarna kesmeyi öğrendim ondan. Bir de bana pide yapar, üzerine de mis gibi zeytinyağı dökerdi. Nasıl lezzetli gelirdi sıcacık sıcacık…..Onlara Ayvacık’tan çok misafir gelirdi. Bayılırdım onlarda oturmaya. Kocası Emin amca öğretmişti yüzmeyi bana. Gözden kaybolana kadar açılırdık onunla. Ne cesaret..!!!! şimdi mümkün değil, can kurtaran bile olsa açılamam o kadar.

1975’ de Kıbrıs’ a gitmiştik biz. Mandalina bahçelerini orada gördüm ilk defa...Babam Girne sahillerini köyünün sahillerine benzetti. Kalbi de temizdir, sonra babasının o yeri kendisine verdiğini öğrendi.Ve o yıl ekti mandilanalarını. Yine sürat teknesiyle taşındı fideler bile. Elektrik yok, yol yok, sulama için kuyu açıldı. Daha sonra Ahmetçealtından o sahile yayıldı mandalina bahçeleri. Girne’de bunu keşfedip, tüm yokluklara rağmen uygulayan babamdır yani. Babamın müteşebbis, yatırımcı ve cesur tarafını hep takdir etmişimdir.

Kardeşim Anadolu lisesini kazandığı zaman , orasını işletmeye karar verdik. Tabi aradan yıllar geçti, mandalinalar büyüdü..köyden sahile devlet yol açtı. Yine elektrik yoktu. Babam oraya ilk olarak 5 tane bungalov yaptırdı. Amaç yabancı müşteriydi Hakan’ın dilini geliştirmesi için. Oldu da. Şaşırırdım bizim insanımızın bilmediği sahilleri bunlar nereden bulur da gelir diye. 5 dönümlük yer karavanlarla, çadırlarla dolardı. Elektrik de olmadığı için o salaşlık, ayrı bir doğallık getirirdi oraya. Oranın doğasına ve sıcak ilişkilere doyamayan, her yıl gelen yabancı müşterilerimiz vardı.

Çanakkale’ de de iki gözlük mağazası olduğundan, dönüşümlü gelirdik. Her sabah 7 de kalkar yola çıkardık.Ya annem kardeşimle orada kalır, ben babamla buraya gelirdim, ya da ben orada kalırdım. Erkenden alışveriş listemizi yapar, restaurantı yıkar, kahvaltı için tabakları hazırlar yola koyulurduk.. Burada günü tamamlar, alışverişimizi yapar, akşam yemeği servisine yetişirdik. 100 km yol. Her gün git gel, dile kolay.Yeni ehliyet aldığım için yorgunluk gibi gelmiyormuş demek o yolculuk her gün bana. Değişik kültürlerden insanları seyrediyorsunuz. At arabasıyla dünya seyahatine çıkanlar mı istersiniz, motoruna atlayıp Türkiye turuna çıkmış 50 yaş civarı insanlar mı… her çeşit ülkeden, her türlü insan. Çok keyifliydi o yıllar. İnsan çalıştırmak zaten her işletmede zordur. Ama o tenha yerde bir sezon boyunca çalışan hatırlamıyorum dersem yeridir. Tam işin en çok olduğu dönemde kaçıverirler bütün işler kalırdı üzerimize.O sebeple otelcilik okudum. Marmara üniversitesi hotel management bölümünü bitirdim. Kardeşim de Boğaziçi üniversitesini kazandı. Derken ben evlendim kızlarım oldu. Bizim keyif o yıllarda benim Memo’s Garden dediğim o bahçede çocukluğum olarak kaldı.

Şimdi yıllar öncesini bilince sanıyorum ki Behramkale köyünden, Küçükkuyu’ ya kadar benim. Oradan yer alanları yabancılıyorum. Yan komşularımız çoktan öldüler. Arsalarını başkaları aldı. O yıllardan tanıdık bir sima kalmadı. Hem hey gidi günler diyorum, hem de arada içim burkuluyor. 800 m ileride bir yağ fabrikası vardı. Deniz kıyısından hiç korkmadan kilometrelerce yürürdüm. O yağ fabrikasını da çok zengin bir adam almış, denizi de içine alacak biçimde sahili kapatmış. Artık o yoldan ileriye yürünmüyor. Yanı başında bir dere vardı, denize akan. Kamışlar olurdu dere kenarında. Onları toplar boyardık. Hem zaman geçirir, hem de bir güzellik yarattık diye mutlu olurduk. Su yılanını da o derede görmüştüm ben ilk defa….yanında domates bahçesi olan bir aile vardı. Onların kızlarıyla arkadaşlık ederdim. Gece gaz lambası ve cır cır böcekleri. Karanlıkta geri dönmek bile ürkütücüyken, hiç korku hatırlamıyorum….

Böyle işte. Yıllar geçiyor, her şey değişiyor. Değişim, modernlik derken hem iyi hem kötü bir şeyler oluyor. İyi ve kötü bir arada. Şimdi otoyol var, elektrik var, su var, her şey var. Dolayısıyla televizyon var, radyo var ,müzik sistemi var, iyi servis elemanları var. Ama yine de insanlar da bir mutsuzluk, tatminsizlik, keyifsizlik var. Tatillerinden bile yorgun, şikayet ederek dönüyorlar.

Kim nasıl olursa olsun bizim keyfimiz, sağlığımız yerinde olsun…..

Dostca ve hoşçakalın….

2 Nisan 2010 Cuma

ADAB-I MUAŞERETLİ SEVİŞMELER...


hemen anlatayım nereden çıktı. eski bir türk filminden. sonra okuduğum bir kaç yazıdan. günümüz cinsiyetlerinin cinssizliğinden.. adabı muaşeret heyecanlarından. aslında yokluğun ne kadar heyecan yarattığından, kalp atışlarından, nefes sıklıklarından.

gözün alışmayacak, kana kana olmayacak.... adı üzerinde doyumsuzluğun... iyi mana da düşünürsek doyamamayı, sofradan aç kalkacaksın ki rahatsızlık vermesin... yeniden acıkabil.

eski randevu evinde geçen bir film izledim. rakı sofrasının kurulu olupta, masanın etrafında karpuz kollu saten elbiseli, üzerine bir şal almış eski genel kadınların raksı alemi, meşk edişi, mest oluşlar.. gelen beyfendi müşterilerin takım elbiseleri,
gecenin sonunu hayal ederken sabırsızlansalar bile, sohbet tahrikleri.. cilveleşmeleri, bekleyişleri. nüktedan ısrarlar... gösterilen ayıp birşey..biz de her daim ayıptır, ayıplar yalap şap, çabuk çabukta yapılır günümüzde hemde ayıplayanlar tarafından...!! o sebeple ayıp dedim adına.bir türk filminde randevu evi ahalisinin kalitesi, o dönem ne hoşşş ne kadar hoşşşş..!!!! saygılı bekleyişler, sohbetli ön sevişmeler hatta rica edişler:))) öncelik verilen temaslar; göz süzüşler,ikramlar...izzeti ikramlar, musiki, şen kahkahalar..acılı kadınların, ezik olmayan duruşları.. salonda ki değerlerini odaya götürüşleri......... sunum, değer, doyum, saygı bir arada işte... hoşçakallar bile güzel....gitmeler güzel, yeniden gelmeler güzel... güzel işteeeeeeeeee hem de çok güzeeelll...

şimdileri anlatıpta keyif kaçırmaya gerek var mı??? tavşan oldu insanlar. çok şeye şahit kapı aralıkları...ne sohbet ne anlayış ne saygı basma kalıp, sıradan aceleci yumulmalar....suya sabuna yazık...!!! yapmayın yaww arkadaşlar........:))))))